İklim Değişikliğinin Doğal Afetler Üzerindeki Rolü
- Çağın Ergün
- 4 Ağu
- 3 dakikada okunur
İklim değişikliği, doğal afetlerin sıklığını ve şiddetini önemli ölçüde artırarak afet riskinde belirgin bir yükselişe neden olmaktadır. Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) raporlarına göre, iklim kaynaklı afetler, bilimsel öngörülerin ötesinde yıkıcı etkiler göstermekte; belirli düzeyde bir ek ısınma ise artık kaçınılmaz kabul edilmektedir. Bu durum, küresel sera gazı emisyonları azaltılsa dahi, afet risklerinin tamamen ortadan kaldırılamayacağını ortaya koymaktadır. Sel, orman yangını ve kuraklık gibi olaylar, iklim değişikliğinin etkisiyle daha sık ve yoğun şekilde yaşanmakta; ancak bu olayların afete dönüşüp dönüşmemesi, büyük ölçüde alınacak önlemlerin etkinliğine bağlıdır. Bu bağlamda, çevresel sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda geliştirilecek risk azaltım stratejileri, afetlere karşı toplumsal dayanıklılığın artırılmasında kritik rol oynamaktadır.
Orman Yangınları
Bazı ekosistemlerde orman yangınları, doğal döngünün bir parçası olarak görülmekte ve hem ormanlar hem de yaban hayat bu sürece evrimsel düzeyde uyum sağlamış durumdadır. Ancak iklim değişikliğiyle birlikte yangınların sıklığı, şiddeti ve süresi artmakta; bu artış, hem ekosistem dengesini bozmakta hem de insan toplulukları üzerinde ciddi sosyoekonomik etkiler yaratmaktadır. Artan sıcaklıklar, uzayan kuraklık dönemleri, erken kar erimesi ve şiddetli rüzgârlar, doğal peyzajların yangına karşı direncini azaltmakta; böylece yangınların kontrolsüz şekilde yayılması kolaylaşmaktadır. Öte yandan, yoğun yağışlarla hızla büyüyen bitki örtüsünün, uzun süreli sıcak hava dalgalarıyla kuruyarak yüksek yanıcı madde birikimine dönüşmesi, yangın riskini daha da artırmaktadır. Buna ek olarak, iklim değişikliğinin bir sonucu olarak daha sık gözlemlenen yıldırım düşmeleri de tutuşma olasılığını yükseltmektedir. Bu çoklu iklimsel etkenler, yangın sezonlarının uzamasına ve orman yangınlarının daha yıkıcı hâle gelmesine neden olmaktadır.

Yangın riskinin artan etkileri karşısında, hükûmetlerin mevcut yangın yönetimi politikalarını gözden geçirmesi ve kapsamlı şekilde güncellemesi kaçınılmaz hâle gelmiştir. Bu çerçevede, iklim değişikliğinin temel nedeni olan sera gazı emisyonlarının azaltılması, uzun vadeli bir öncelik olarak ele alınmalıdır. Bununla birlikte, yangın öncesi, sırası ve sonrası dönemleri kapsayan entegre yönetim stratejilerinin benimsenmesi gerekmektedir. Kontrollü yakma tekniklerinin uygulanması, yapıların yangına dayanıklı malzemelerle inşa edilmesi, yüksek riskli bölgelerde yapılaşmanın sınırlandırılması ve yangın sonrası çevreye duyarlı yeniden inşa süreçlerinin benimsenmesi, etkili yangın yönetiminin temel bileşenleridir. Bu stratejiler aynı zamanda sürdürülebilir arazi kullanımı ilkelerini, çevresel ve sosyal açıdan sorumlu yapı malzemeleri ile inşaat uygulamalarını da içermelidir. Yangın yönetimi politikalarının bütüncül ve bilim temelli bir yaklaşımla güncellenmesi, yalnızca yangınların yıkıcı etkilerinin azaltılmasını sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda iklim değişikliğine karşı dirençli toplum ve ekosistemlerin inşasına da katkı sunacaktır.
Çevresel sürdürülebilirliğin afet riskinin azaltılmasındaki stratejik önemi
Çevresel sürdürülebilirlik, afet riskinin azaltılmasında stratejik bir öneme sahiptir. Bu bağlamda, sağlıklı ve işlevsel ekosistemler yalnızca afet riskini azaltmakla kalmayıp aynı zamanda toplumların gıda, su, barınma gibi temel ihtiyaçlarına destek sağlayarak sosyal ve ekonomik dayanıklılığı artırmaktadır. İklim değişikliğine bağlı kuraklıkların yeraltı suyu rezervlerinde meydana getirdiği değişiklikler ile buzul hareketlerinin, yer kabuğu üzerindeki basınç dengesini etkileyerek tektonik stresleri değiştirdiği ve bu durumun dolaylı olarak sismik aktiviteyi tetikleyebileceği yönünde bulgular mevcuttur. Bu karmaşık ilişkiler ağı, afet riskinin yalnızca ani olaylarla değil, uzun dönemli çevresel değişimlerle de yakından ilişkili olduğunu göstermektedir.
Paul Lundgren’in katkı sunduğu araştırmalara göre, yer altı suyunun aşırı çekilmesi, yer kabuğunda deformasyona ve fay hatlarında stres artışına yol açarak deprem riskini artırabilir. Bu bulgular, insan faaliyetlerinin sismik risklere etkisini ve sürdürülebilirlik ile afet yönetiminin birlikte ele alınması gerektiğini göstermektedir.
Afet riskinin azaltılmasına yönelik stratejiler (Disaster Risk Reduction - DRR), yalnızca fiziksel tehlikelerle değil, aynı zamanda sosyo-ekonomik kırılganlıklarla da mücadele etmeyi amaçlayan bütüncül bir yaklaşıma dayanır. Doğa temelli çözümler, çok işlevli faydaları, düşük maliyetli uygulamaları ve uzun vadeli etkililiği sayesinde DRR kapsamında giderek daha fazla önem kazanmaktadır. Erken uyarı sistemleri, dayanıklı altyapı yatırımları ve düşük karbonlu enerji çözümleri hem afet etkilerini azaltmakta hem de sürdürülebilir kalkınma hedeflerine katkı sunmaktadır. Bangladeş örneğinde olduğu gibi, erken uyarı sistemleri ve topluluk temelli müdahaleler, can kaybı ve ekonomik zararın önemli ölçüde önlenmesini mümkün kılmıştır.
Ekonomik analizler, DRR yatırımlarının özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde yüksek getiri sağladığını ortaya koymaktadır. Bu tür yatırımlar, yalnızca afet kaynaklı kayıpları önlemekle kalmamakta; aynı zamanda istihdam yaratmakta, ekonomik büyümeyi desteklemekte ve sosyal refahı artırmaktadır. Sendai Afet Riskini Azaltma Çerçevesi (2015–2030), bu alandaki uluslararası yönetişimi sağlayan temel politika dokümanıdır ve afet risklerinin çok boyutlu nedenlerini ele alan kapsamlı bir yol haritası sunmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu olan bu çerçeve, devletler, özel sektör ve sivil toplum için ortak hareket alanı oluşturmaktadır.
Sonuç olarak, afet risklerinin azaltılmasına ve iklim değişikliğine uyuma yönelik bütüncül, sürdürülebilir ve doğa temelli stratejiler, yalnızca gelecekteki kayıpların önlenmesini değil, aynı zamanda daha dirençli, sağlıklı ve kapsayıcı toplumların inşa edilmesini mümkün kılmaktadır.
Kaynakça



Yorumlar